Hakagure
Onu belki, siz de görmüşsünüzdür. Dizinden alt kısmı felç olan kişi. O ihtiyarın gerçek adını bilen yok ama bu küçücük şehirde ona “Rahmet Eke” diýorlar. Insanlar Rahmet Eke’nin İkinci Dünya Savaşı’nda esir olarak bu taraflara düşen Japon olduğunu söylerler. Bazen büyükler Rahmet Eke’nin milletinin ne olduğunu kendi ağzından duymak istiyorlar; sebebi eskiler millete, dine farklı bakıyorlar. Rahmet eke ise
her defasında çarpıcı cevap buluyor:"Tavşanın kulağının uzun veya kısa olması tavşanı tavşanlıktan çıkarır mı?". O bazen kendi dilinde mırıldanıyordu. Hatta birisi onun iki çubukla pirinci ustalıkla yediğini yadırgayarak, herkese söylemişti.
her defasında çarpıcı cevap buluyor:"Tavşanın kulağının uzun veya kısa olması tavşanı tavşanlıktan çıkarır mı?". O bazen kendi dilinde mırıldanıyordu. Hatta birisi onun iki çubukla pirinci ustalıkla yediğini yadırgayarak, herkese söylemişti.
Rahmet Eke’nin bu şehirde sürdürdüğü yaşam da rivayet gibi... Esirler, gece gündüz çalıştırılarak ev kurdurulmaktadır. Bir defasında onların kurduğu evin yanındaki evden Cahangül atlı çok güzel bir kız çıkarak, Rahmet Eke’ye sevgi dolu tebessümlerle, uzunca bakar. Başka bir gün ise o Rahmet Eke’ye gizlice deve çalı getirir. Rahmet Eke de o zamanlar gözlerinde şimşek çakan bir delikanlıdır. İcinde deve çalı olan kabı alan Rahmet Eke, türkmence "adın ne?" diye sormuş. Cahangül aşkla dolu gözlerini kırpmadan, büyüleyici bakışlarla bakıp; "Cahangül" demiş… Rahmet Eke, bu bakışların etkisiyle çalı içmeyi bile unutmuş.
"Iç, içsene!"
Aşk şerbeti varken çal mı içilir?!
Gün geçtikçe aşık mâşuk alışmaya başlamışlar. Rahmet Eke, Mecnun’a dönmüş Cahangülden başka herşeyi unutmuş. Daha sonra gizli yollar bularak, kendi adını ölülerin listesine ekletmiş, yine bir yolunu bularak, yüzü Kazaklara benzediği için Kazak kimliği almış. Bir müddet sonra esirler vatanlarına dönerlerken Rahmet Eke bu küçük Türkmen şehrinde kalmış. Artık gözleri Cahangül'den başkasını görmez olmuş.Sıra evlenmeye gelince, o aşk habersiz geldiği gibi, habersizce de gitmiş:Cahangül Rahmet Eke’den soğumuş; evlenmek istememiş. Daha sonra da başka biriyle evlenmiş. Böylece Rahmet Eke çıkmaza düşmüş:Japonya'ya gidemiyor, kimliğinde Kazak yazılı... Sonra Rahmet Eke:"Evlenmem" deyip kendini çalışmaya vererek yaşamaya başlamış. Yaşıtları ara sıra ;"evlen" deseler de, onları dinlememiş.
Rahmet Eke, kendisi bir iş başarmadan başkalarına iş öğretmeye kalkanlardan değil."İnsan bu dünyaya çalışmak için gelmiştir" diye düşünüyor kendisi.. Onu, yaşıtları en becerikli insan biliyorlar. Hangi arabayı, hangi traktörü görse sanki kendi yapmış gibi... O aynı zamanda radyo, televizyon, dikiş makinasının ustası. Yemek, ekmek pişirmekte kendine güvenen kadınlar bile Rahmet Eke’nin yemeklerine hayran. Bu küçük şehirde Rahmet Eke’nin terziliğine de laf yetiren yok. Onun on parmağında on marifet olduğunu görenlerden dili tuzlu biri:"Rahmet Eke sadece çocuk doğuramıyor" demiş.
Rahmet Eke felç oluncaya kadar böyle devam etti. Felç olduktan sonra da gücü yettiği işlerden geri durmadı. Sonunda, güçten düşünce de eşekle sokak sokak dolaşmaya başladı. Siz onun eşek üstünde boş oturduğunu mu zannediyorsunuz? Hayır, en iyi yün çorapları, eldivenleri, kazakları Rahmet Eke eşek üzerinde örüyor.
Rahmet Eke’nin yüreği kursağına sığsa da, bu geniş dünyaya sığmıyor. Durum böyleyken de kaderden bir defa olsun şikayet etmemiştir. Tüm kavga içinde. Bıyıkları henüz terlediği sıralarda, sisli bir deniz kenarında kayığa binerek, balık tutmak için denize açılmak üzereyken annesinin yalın ayak koşarak, elindeki eski cübbesini arkasına attığını, yedi yaşlı küçük kardeşinin yırtık pantalonunu çekerek: „Beni de götürsene. Beni de götürsene!“ diyerek yalvarıcı sesini hiç ama hiç unutamıyor, bir kaç gece rüyasında da gördü. Yüz bin olay bir tarafa, annesiyle ilgili bu olay bir tarafa. Küçük kardeşinin sesi häla kulaklarında yansıyor. O zaman arkasına atılan cübbe hâlâ da Rahmet Eke’yi ısıtıyor.
Rahmet Eke’yi her sabah erkenden komşusu zayıf bir eşeğe bindiriyor. Sonra avludaki evcilleşen güvercinler Rahmet Eke’nin başına, omzuna konarak, kuş dilinde birbirlerine laf atarak hüv-hüvleşerek onu yolcu ediyorlar. Rahmet Eke bundan hoşlanıyor, omzunda oturan güvercinin ap ayrı bir büyüleyci ısısını, kokusunu alarak, gönlü açılıyor. "Devletli işle uğraşır , devletsiz kuşla" lafına Rahmet eke katılmıyor."Kuşa bağlanırsan, gönlün kanatlanır" diyor.
Rahmet Eke her ne kadar sakin bir insan olsa da, gözlerinin alt kapaklarının şişkin olması, salınıyor gibi durması çocukları korkutuyor. Onlar Rahmet Eke’yi korkunç masallardan, korku filmlerinden çıkagelen biri olarak görüyorlar. O geçerken seslerini keserek, yere bakıyorlar. Bazen Rahmet Eke oynamakta olan çocukların yanına geldiğinde eşeğini durduruyor, çocukların hepsi aniden iğreniyorlar. Bu şehrin çocukları Rahmet Eke’yi Cengiz Han, Apaçi, Samuray, Dev gibi lâkaplarla çağırıyorlar. Rahmet Eke ise kendine verilen dondurma, bisküvi ve şekerleri onlara dağıtıyor. Onları alan çocuk yok, aksine korkarak Rahmet ekeye baktıklarında, onun hoş bir adama benzemeyen bulanık gözlerini gördükleri zaman daha da korkuyorlar ve fazla dayanamayıp, kaçışıyorlar.
Sonra Rahmet eke küçücük şehrin sokaklarından acele etmeden geçiyor. Eşeğin keyfine göre:eşek yolda otlak bir yer bularak otlamaya başlasa da, sıcak dönemler koyu gölgeye başını soksa da eseğini zorlamıyor. Büyük dükkanların, kalabalık kurumların önünde daha da çok duruyor.Hayvancağız bir ayağından diğer ayağına ağırlık vererek, gözlerini kapatarak, kafasını sallayarak duruyor. Sinekler vızıldaşarak bıktırdığında, büyük kulaklarını iki tarafa sallayarak uykusuna devam ediyor. Üzerinde oturan Rahmet Eke ise yanından geçen insanlarla tokalaşıyor. Tokalaştığı kişilerle uzun uzun hasbihal eder. Sonunda "Eski işinde devam ediyor musun?" diye mutlaka sorar."Allah'a şükür, eski işimizdeyim" dersen çok sevinir; "Ha gayret, işin ustası ol, anne babana benze! Seni gördüğüm zaman mutlu oluyorum. Bize de yardım edersin birgün" derdi.Birisi Rahmet Eke’nin durumunu müsait görüp, şaka yapmak isterse:"E-ey, Rahmet eke işden ayırdılar" diyor. Sonra Rahmet Eke’nin söyleyeceklerini bilerek, içinden gülüyor. "Işden ayrıldım" mı diyorsun?! Işten atıldım desene! Senin işten atıldığını bilseydim selamlaşmazdım. Sen iyisi başka yere taşın, insanların az olduğu yere, halka görünmeden yaşa".
Deminki içinden gülen adam gittikten sonra da arkasından konuşur durur. "Şunun yürüyüşüne bak! Böyle yürürsen tabii ki işten atılırsın. Hadi bakalım, kim seni işe alacak?!"
İşin enteresan tarafı, hiç kimse Rahmet Eke’ye darılmıyor. Ara sıra biri kızsa da:"Rahmet Eke bu yahu, o küfretse bile kalbinde kötülük yok. Aksine Rahmet Eke’nin sövmesi sevmesidir" diyorlar.
Rahmet Eke aynı zamanda yaşıtlarına gidiyor, tanıdıklarını ziyaret ediyor, eşekden inmeden hal hatır soruyor, biraz muhabbet ediyor. Sonra yine yoluna devam ediyor. Burda duyduklarını başka bir yerde söylüyor, ama kırıcı haberleri duyduğu yerde bırakıyor. Genel haberleri dağıtıyor:"filân vefat etmiş, filânın oğlu kız kaçırmış, filân hırsız filânın halısını çalarken yakalanmış" gibi.
Rahmet Eke’nin eşeğinin ulaşmadığı yer yok. Böylece Rahmet Eke çok şey görmüş oluyor. Onun çoğu şeyden haberdar olduğunu, her zaman eşeğinin üzerinde oturduğunu görerek, bazı uzun dilliler:"Rahmet Eke KGB'nin ajanı" diyorlar. Ama Rahmet Eke hakkında kötü bir şey söylendiyse, o dedikoduların ömrü çok kısa oluyor:söylendiği yerde kabri kazılıyor.
Bazıları Rahmet Eke’ye ricada bulunuyorlar. Sonra evle hastane arasında çok gelip gider Rahmet Eke’nin eşeği. Kendisi evinden çıkamayan hasta akrabasına selam gönderiyor,yiyecek veriyor. Rahmet Eke de eşek üzerinde oturduğu yerde yemek kabını sıkı sıkıya tutarak hastanenin kapısına gelip, beyaz önlüklü kızlara veriyor. Polisin, mahkeme binasının yakınında Rahmet Eke’nin eşeği dururken yoruluyor. Bazen sabahtan akşama kadar durduğu oluyor. Geçenlerde bir binbaşıyı narkotik satıyor diye suçlayıp mahkemeye verdiklerinde on iki gün evinden mahkemeye geldi. Eşek, hayvandır ama o da artık mahkeme binasının yanına geldiğinde duruyor.Rahmet Eke, içeriden çıkanlardan duyduklarını tekrarlayarak, kendi kendine mırıldanıyor. Mahkeme edilene sövüyor:"Onun gibilere daha da sert davranmalı. Keşke onu ben sorgulasam" dye söyleniyordu.
Bazı günler Rahmet Eke’nin gönlüne ağır duygular toplanıyor, çok üzülüyor. O günlerde sadece sokaktan sokağa dolaşıyor. Hiç kimseyle, hiç bir şeyle ilgisi olmuyor. Ördüğü şeyi de bırakıyor. Onun başını eğerek oturduğunu görenler uyuyor zannederek ne selam veriyorlar ne de hal hatır soruyorlar. Bazen aç eşek ot kokusunu alarak, direk o yöne gidiyor, otluk bir meydanda durarak iştahla yemeye başlıyor. Karnı şişse de yiyor. Bazen gözünü açan Rahmet eke ise öbür taraftaki mezarlığı görerek düşünmeye başlıyor. "O da mezarlığın kenarına gelir. Allah'a şükür, o vefat ettiğinde defnedecek birisi var:Can gibi komşusu onu defneder. "Rahmet eke bu dünyadan gitti" deseler kimler gelir acaba? Gerçi gelmeyecek azdır, onları saymalı.
Ama...Ama hayatımı mahveden Cahangül üzülür mü? Kapımdan gelerek cesedime baş eğse yeter. Bilemiyorum.
Ömrü uzun olsun, ama er veya geç Cahangül de gider. Ben onu toprak altında beklerim. Herşeyden haberdar olan toprak sonunda ikimizi kendi kucağında buluşturur.
Bu millete Rahmet eke ölmeyecek gibi gözüküyor olabilir. Ölmeyecek var mı? Tek arzum:acı çekmeden, millete dert olmadan ölsem.
Ölürsem eşeğim, zavallı zorda kalır.
Eşek de başa geleni çeker. Ama sahipsiz, kapı kapı dolaşsa olmaz. Hayvandır, birinin tarlasındaki yeşilleri yerse bana yakışmaz. “ Rahmet Eke’nin eşeği” derler. En iyisi, ölmeden eşeğime sahip bulayım. O zaman gözlerimi rahat kapatırım."
Bu arada eşek yiye yiye yorulmuş olmalı ki sonunda, alıştığı yolla pazar avlusuna doğru yürüdü. Kapıdan girmeden, bir kenarda durdu. Pazardan alış veriş yapanların arasında Rahmet Eke’nin tanıdıkları var. Onlar satın aldığı bisküvi, şeker, kuru yemişlerden bir miktarını Rahmet ekenin eski çuvalına atıp geçiyorlar. Rahmet Eke çuvalının kımıldadığını biliyor, ama gözlerini açası gelmiyor, yavaşça "Allah razı olsun" diyor. Zaten iştahı yoktu, hüzünlü günlerinde tamamen iştahtan kesildi. O hüzün, o yalnızlık onu epey harab ediyor. Sonunda yeni bir haber ona can veriyor. Afganistan'a tahıl taşıyan farklı kamyonların yan yoldan geçtiğini duyduğu gün hemen oraya gidiyor. Vardığında etrafta kalabalık. Polis arabaları ışıklarını yakarak iki tarafa gidip geliyorlardı. Kocaman kocaman kamyonlar büyük gürültüler çıkararak o tarafa bu tarafa geçiyordu. Rahmet Eke üçgün bıkmadan arabaları izledi. Keşke hep böyle günler olsa. Günün nasıl geçtiğini bilmiyordu. Bu turların birinde bir şoför arabasını durdurarak yabancı bir dilde bir şeyler dedi. Maalesef Rahmet Ekenin anladığı bir dil değildi. Anlasaydı zevkle konuşurdu. Sonra şoför arabadan inerek Rahmet Eke’ye yaklaştı. Rahmet Eke gözlerini büyük büyük açtı, eşek hayvancağaz başını dikti. O sırada şoför elindeki makineyle Rahmet Eke’nin fotoğrafını çekti.
Daha ne istiyorsun?! Şehir içinde o kadar dolaşsada kimse Rahmet ekenin fotoğrafını çekmemişti.
O gün, geç vakit onun eşeği başka bir yolla döndü. Yol üzerinde çekirdek satan bir kadına rastladı.
––Rahmet, bir dakika. Kaç günden beri buralardan geçmedin?
––Yolda benden başka adam yok.
––Dünkü rezaleti duydun mu? Kulaklarıma inanamadım.
––Ne olmuş?
––Dün hastanede bir kız nikahsız çocuk doğurmuş ve onu hastanede bırakmak istemiş.
––Aman Allah'ım! Memleketin çivisi çıktı desene. Böyle bir pisliğe ulaşılmışsa, bunun sonucu kötü olur. Yaşar gibi olmaz. Ben gidiyorum.
Rahmet Eke eşeğini hastaneye doğru yürüttü. Kapı kapalı, öbür kapıdan da giren çıkan yok. Rahmet Eke beklemek zorunda kaldı. Acelesi yok. Aksine evine ne kadar geç dönse o kadar iyi. Erken yatarsa, erken kalkmak zorunda. Bu daha da kötü. Eşeğin üzerinde oturmak daha iyi. Rahmet eke büyük göz kapaklarını yumdu. O üç gündür yolda beklediğinden, şehirde dolaşamamıştı. Şehirdeki dostları Rahmet ekeye ne oldu diye merak ediyorlardır. Evine gidip soran da olmuştur. Ne yaparsın? Her yere yetişilemez ki. Küsmeseler yeter. Ama bu kadının söyledikleri doğru ise işimiz kötü. Kötü bir davranış etrafa tez dağılır. Böyle de oluyormuş, diyerek gayrimeşru ilişki sonrası doğan çocuklar bırakılmaya başlanırsa sonu kötü olur.
Sonra “gayrimeşru beraberlik” denilen şey başlar. Kimse duymaz, geçer gider, tamam ya, diyerek bu pisliğe karışan daha sonra gayrimeşru nesil yetiştirmeye başlar. Araştırırsan tesadüf diye bir şey yok…gibi düşüncelere dalıp gitti.
Hastaneden birisi çıktı. Onun ayak seslerini duyduğunda Rahmet eke gözlerini açtı.Tokalaştılar.
––Rahmet eke, bu vakitte buralarda işin ne? Bir işin mi var?
––Yok. Ama bir sorun var. Eski işinde misin?
––Evet, eski iş. ––Tatlı bir tebessüm etti.
––Iyi. Göreyim seni. Mesleğine layık ol. Ben anneni babanı da tanıyorum. Maşallah, devam et.
––Hadi, işin yoksa gidelim. Şimdi diğer kapılar da kapanır.
––Gitmemiz iyi de...
––De'si ne? Bir endişen var senin.
––Var, var. Ikimizde erkekiz. Sen söyle, çocuk doğuranların arasında bir kız kanunsuz doğurmuş diyorlar.
––Şunun endişelendiği şeye bak. Onun gibiler bir- iki değil. Savaş yılları yetimler evi yetimlerle dolduysa, artık anneli babalı yetimlerle dolu.
––Ana. Çok rahat konuşuyorsun. Bir çözüm bulamıyor musunuz?
––Çok eskilerde yaşıyorsunuz Rahmet Eke. Bu konuda olanları söylersem eşeğinden düşersin. En iyisi bilmemek.
Ikisi de biraz sustular. Tekrar Rahmet Eke’nin yanındaki konuştu.
––Kanunlar karışık...
––Yalan! Bu meselede namusdan yüksek kanun olmaz. Yumuşak davranırsan kötüler öne geçer. Yok. Kenarda gizli kalırım zannetme. Pislik kara tencere gibidir, karası herkese bulaşır. Pislik geldiğinde kapıda oturur zannedersiniz ama üzerine basılarak evin baş köşesine geçer. Daha dur. Daha sonralar pis hangisi, temiz hangisi farkına da varamazsınız.
Rahmet Eke çok sinirli konuştu, bulanık gözlerinin üst kapakları her ne kadar ağır olsa dahi, yukarı çekildi.
––Rahmet Eke, herkes serbest, herkes gönlü ne istiyorsa onu yapıyor. Bana da kızma ben suçlu değilim.
––Ben suçlu değilim, dersen dünya yıkılıyor zaten. Suçu kendinde ararsan, suçlu çabuk bulunur.
O adam Rahmet Eke’nin bu konuda bu kadar samimi olduğunu bilmiyordu. Zayıf eşeğin üzerinde oturan ihtiyarı aklı dağılmış, dünyadan el etek çekmiş birisi olarak biliyordu. Rahmet Eke’nin sözlerine artık dayanamayan doktor vedalaştı ve kendi yoluna gitti. Daha evinin yoluna varmadan, başka bir tarafa dönen adamı sezen Rahmet eke ise:"Kaç bakalım. Nereye kadar?" diye düşündü.
O gece Rahmet eke çok rahatsız oldu. Erken uyudu, erken kalktı. Eğer sözünün geçeceğini bilse, hastaneye vararak o kıza:"Hadi, beraber pislik işlediğiniz erkeğin ismini söyle!" diyecekti. "Çocuğunuza sahip çıkın. Bu dünya sizin için çocuk doğurarak bırakılan çöplük değil. Yetimler de yetiyor bize."diyesi geldi. Eğer laftan anlamıyor gibi yaparlarsa, ne yapıp edip çocuğu sahiplenir hale getirmeli. Dikkat etmezsen kurtlar koyun sürüsünün ortasında yaşamaya başlar...
Ne bileyim... . Bu insanlar her şeye alışıyorlar. Daha önceleri şehirde narkotik bağımlıları ya bulunurdu, ya bulunmazdı. Bugün her sokakta korkuluk gibi sürünüyorlar. Rahmet Eke elli yıl önce kurulan küçük evinde iki yanına dönerek, daha çok fikirlerle başını ağrıtarak sonunda şafak söktü. Sürünerek kapıyı açtı. Her zamanki gibi güvercinler huv-huv diye sesler çıkartarak Rahmet Eke’ye saldırdılar. O da ekmek kırıntısı karışık yemi onlara attı. Sonra yemi elinde tuttu, birkaç güvercin geldi ve yemleri yedi. Güvercinleriyle övünen Rahmet Eke eşeğine baktı ama hayret:eşeği başını kuma sokmuş, kımıldamadan yatıyor. "Böyle yatmıyordu. Kür-kür! Kürri, kürri!" Biraz sonra komşusu gelip selam verdi, selamdan önce:"Recep! Şu hayvana bakıver. Haraket yok."Eşek hastalanmaz. Hastalanırsa ölür" denilen lafa Rahmet eke de inanıyor. Eşeği ölürse, vay haline. Ona dünyayı gezdiren eşeği değil mi? Recep eşeğin yanıbaşına varıp eğilerek dikkatlice baktı. Sonunda eşeğin boynunu ayağıyla yavaşca tepti ve Rahmet Eke’ye hüzünle baktı. "Eşek zahmetten kurtulmuş". "Ama nasıl birden böyle oldu". Bu zamanda eşeğin fiyatının öküzünkiyle aynı olduğunu Rahmet eke biliyordu. Her ne kadar biriktirse de o kadar para toplayamaz. "Yarı yolda bıraktı. Ne yapsak? Ne yapsak da gün geçmez. Onun varacak yeri, söyleyecek sözü çoktu. Hepsi birden duruverdi: Millet bütün pisliğe alışa alışa, sonra nasıl yaşayacak acaba? Bunu bir türlü anlayamıyorum."
Sonra komşusu Recep’i yanına oturtarak bir cüzdandan kâğıt çıkardı.
––Recep can! Sen benim oğlum gibisin. Yüzüne bakıp övmek gibi olmasın. İşte, evimin tapusu, bu da evi sana bağışladığıma dair belge.
––Ben sana hizmet ettiysem de hiç bir şey için yapmadım, Rahmet Eke!
––Bırak şimdi. Böyle sey olur mu? Çayır tutuşmuş küçük yer işte.
––Bana hiç bir şey lazım değil.
––Bu konuşmayı bırakalım. Artık Allah kaç gün verdiyse yaşarız, inşallah. Bu bohçada da öldüğümde defnedecek para var.
––Daha erken, Rahmet Eke. İyisi bu paraya bir eşek alalım. Diğer meseleler hallolur.
––Öyle yaparsan razı olmam. Benimde kalbim var. Ama mezarımın üzerine tuğla koy. Mermer değil, tuğla koy.
––Rahmet Eke sabah sabah ters bir konuda konuşuyoruz.
––Tuğlaya diğer insanlarınki gibi isim, doğum ve ölüm tarihi falan yazma. Sadece "Bu da geçer" diye yaz.
––Niçin?
––Ben olgunlaşalı, bana yardımcı olan zözler bunlar oldu.
Recep ölüm meselesini devam ettirmek istemedi, baska bir konuya geçti. Biraz sonra da çıkarken:"Ben bir soruşturayım. Belki, eşeğini kiraya verecek bulunur." dedi.
"İste bu güzel". Eşek bulunursa rahatlar. Rahmet ekeye lazım dersen bulunur herhalde.
Ama her geçen gün Recep asfalt kokulu elbisesini giyerek işe gittiğinde umutla bekleyen Rahmet Eke’nin umudu akşama doğru azalıyor.
Gün geçiyor, geceler daha yavaş geçiyor. Önceleri dünyaya sığmayan Rahmet Eke’nin gönlü bu daracık avluya sığacak mı? Otlarla kaplı avludan sürünerekçıkıp dış kapıda oturuyor. Sokak da bomboş. Eşeği öleli birkaç gün geçmesine rağmen bu şehirden ancak dört beş kişi Rahmet Eke’ye "Nasılsın?" dedi. Başka da iki ihtiyar eski tekliflerini tekrarlayıp gittiler. Onlar önceden beri Rahmet Eke’nin budizmden vazgeçerek, islam dinini kabul etmesini istiyorlar.
––Siz bir şeyi iyi düşünün; siz islamı bırakarak başka birdine geçmek ister miydiniz?
––Hayır.
––Ben de öyle. Ben de annemin babamın inandığı dine inanmak istiyorum. Dinsiz olsaydım, o zaman başka mesele.
––Sen gözlerini kapattığında biz seni budizme göre defnedemeyiz ki.
––İnsan öldükten sonra takdir dirilerin eline geçer. Hangi dine göre defnederseniz de varacağımız yer aynı topraktır.
* * *
Recep komşu ise her ne kadar aradıysa da Rahmet Eke’ye binecek eşek bulamadı. Bir gün erkenden Rahmet Eke’nin kapısına gitti, güvercinler sakin, çıt yok. Her zaman erkenden açılan kapı bu sefer kapalı."Rahmet Eke, ov Rahmet Eke!" cevap yok. Kapıyı açtı, Rahmet Eke evin ortasında eşeğin semerini düzeltir vaziyette dona kalmış. Onu bir ömür boyu ısıtan, sisli deniz kenarında arkasına atılan annesinin cübbesi de Rahmet Eke’yi ısıtmakta aciz kalmış.
Recep, hanımı, çocukları iki tarafa koşarak, komşulara söyleyerek, cenazeyi kaldırmak için gereken işleri yaptılar. Yani, birkaç saat içinde tüm şehir Rahmet Eke’nin saat on ikide defnedileceğini duydu. Cenaze kaldırıldığında on-on beş adamdan fazla insan yoktu. Rahmet Eke’nin ömür boyu beklediği Cahangül de gelmedi. Ama sabah erkenden Rahmet Eke’yi bekleyen yaban güvercinleri çoktu. Onlar başka yere konmadan sadece tabutta yatan Rahmet Eke’nin kokusunu alarak, ona toplanıyorlardı. İnsanlar ellerini sallayarak güvercinleri kondurmamaya çalışıyorlardı. Böylece mezarlığa vardılar. Rahmet Eke’yi defnedip bir kenarına mermer koyarak döndüklerinde yeni mezarın üzerini kapatan mavi güvercinlerin hüzünlü uğultuları duyuldu durdu.
Recep, birkaç gün geçtikten sonra Rahmet Eke’nin mezarını ziyaret maksadıyla gitti. Ama yazılı mermeri göremedi. Etrafta daha önceden koyulmuş mermerler de yoktu."Bu da geçer" sözünün anlamı buymuş meğer.
Recep hüzünlü halde mezarlıktan çıktı. “Eĝer ölüleri koruyabilmiyorsak, kendimize diri diyebilirmiyiz?!” Eve gelerek bir tuğlanın üzerine "Bu da geçer" diye yazarak Rahmet ekenin mezarının üstüne bırakarak döndü.
Aradan yıllar geçdi.
Bir gün Recep öyle yemeĝini yerken ev kapısı çalındı. Recep kapıyı açtıĝında zavallı Rahmet ekeye tam benzeyen kişiyi karşısında gördü. Recep gözlerine inanamadı. “Acaba rüyaya daldımmı?” Aniden Rahmet eke diye fısıldadı. O kişi uzak Japonya’dan abisini arayarak gelmiş kişiydi. Bir zamanlar Rahmet eke teknedeyken sisli kenardan “Beni de götürsene! Beni de götürsene!” diyerek yalvaran, Rahmet ekenin kulaĝında ölünceye dek sesi yansıyan çocukdu. Recep Rahmet ekenin küçük kardeşini kucaĝına alarak gözleri yaş güllelerini aktırdı. O sonra Japon misafirlerini eve çekmek istediĝinde onlar önce mezarlıĝa ziyaret etmek istediklerini söylediler. Mezaristanlıĝa gidişde Recebin o kadar yakın bakışlarına dayanamadık Japon Recebin omuzuna elini atarak yürüdü. Mezarlıĝın bir kıyısından girdiklerinde Recep aniden öne koşarak gitdi. Sel izleri beliren yerde her yana hüzünlü bakdı. Sel suyu Rahmet ekenin mezarı ile beraberinde yigrimi-otuz mezar kumunu eritip götürmüş. Kimin nerede yatanıda belli deĝil. Güvercinlerde şaşırarak orada-burada uçuşup-konuyorlar. Recep öbür yanda balçık içinden bir tuĝlayı buldu. O tuĝlada “Buda geçer” diye yazıyı okudu. Recep bir tuĝlaya birde Rahmet ekenin küçük kardeşine gamlı-gamlı bakdı. “Matem çiçegini bırakmaya mezarda kalmamış.” Rahmet ekenin küçük kardeşi olup-biteni anladıkdan sonra elindeki çiçekleri elinden düşürüp, kollarını semaya açarak yaşlı gözlerini yumarak “Murayama-a-a!” diyerek baĝırdı. Murayama- Rahmet ekenin annesinin takmış adıydı.
Rahmet Eke, böylece dağdan ağır gamlarla yitti gitti.
Rahmet ekenin yokluğunu duymamazlıktan gelse de,sonunda, bu şehirde Rahmet Eke’den sonra farklı bir hayat hüküm sürüyordu.
SON
Oraz YAGMUR
TÜRKMENISTAN/Aşkabat-27
Aktaran: İrfan Ünsal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder